BİR İŞE YÜREĞİNİ AKLINI KOYABİLMEK

Paris’e yolu düşenler belki biliyordur.

Berbere gitmeye üşendiği için saçlarını mum ile yakarak kesen bir adamın, dünyanın en ilham veren kitapçısını kurma hikayesini anlatacağım.

LinkedIn’e iki yıl önce katıldığımda burada paylaştığım ilk hikayeydi bu. Henüz okumamış olanlar için daha detaylı haliyle tekrar yazayım istedim.

Notre-Dame Katedrali’nin hemen çaprazında, Seine Nehri kenarında bir kitapçı vardır. Önünde upuzun kuyruklar oluşturan, gıcırdayan ahşap merdivenleri olan, iki katlı, İngilizce kitaplar satan bir yerdir burası.

Kitapçının üst katına çıktığınızda, üstünde "play me" yani "beni çal" yazan bir piyano, bir kedi, eski kitaplar ve kitapların arasında da yataklar görürsünüz. Bu yataklar süs amaçlı değil, yazmaya gönül vermiş kişileri ücretsiz ağırlamak içindir.

Okuyarak ve yazarak geçirilecek bir gecenin bedeli, kitapçıda birkaç saat çalışmak ve otobiyografinizi yazıp oraya bırakmaktır.

1951'de açılan Shakespeare & Company'nin yıllardır yaşattığı bir gelenektir bu.

Amerikalı George Whitman 38 yaşındayken bu küçük kitapçıyı ve onun kapısını:

“Yabancılara karşı hoşgörüsüz olmayın. Onlar kılık değiştirmiş melek olabilirler”

mottosuyla herkese açmış ve binlerce kişinin o minicik dükkanda ya ilhamını bulmasını sağlamış ya da kitaplarının ilk sayfalarına ev sahipliği yapmıştı.

George Whitman’ı tanıyan herkes onu “kitaplarla yaşayan adam” olarak tanımlıyordu.

Hayattaki tek amacı dükkanını biraz daha genişletmek olan, paraya hiç değer vermeyen, berbere gitmek istemediği için saçını mumla yakarak kesen biriydi o.

Tuhaf, karizmatik, misafirperver, bazen de huysuz ve her şeye kayıtsız kalmayı tercih eden biri…

Kimi zaman, dükkana gelen yabancılardan bir süre oraya göz kulak olmalarını ister ve kendisi o sırada çıkıp gider, bir köşede kitap okurdu. Bazen o yabancılara güvendiği için dükkanını onlara bırakırdı, bazen de sırf neler olabileceğini merak ettiğinden.

Yatak odasının üç duvarı boydan boya Freud ve Jung’un eserleriyle, biyografilerle, şiirlerle, felsefe kitaplarıyla doluydu. Yastığının altında da bolca polisiye roman saklardı.

2011 yılında, 98. doğum gününden iki gün sonra ölen Whitman geriye değerli bir miras bıraktı:

Shakespeare and Company'yi.

Midnight in Paris ve Before Sunset filmlerinde de birkaç dakikalığına görünen bu mirası, bugün 40’lı yaşlardaki kızı ve kızının eşi beraber yaşatıyorlar.

Bu dükkanı açtıktan sonra ailesine yazdığı bir mektupta demiş ki George Whitman:

“Dünyanın bütün çirkinliğine ve güzelliğine artık güvenle bakabileceğim bir yer nihayet buldum.”

Kitapçıya her gidişimde, bir köşeye oturmuş okuyan ve yazan kişileri görünce şu aklıma gelir...

Bir işe aklını ve yüreğini koyabilmekten, her geçen gün daha kötüye giden bir dünyaya elindeki imkanlarla ufacık da olsa bir ışık yakabilmekten ve gelecek kuşaklara bir miras bırakabilmekten daha değerli ne olabilir?